İnsanları Değerli Kılan Nedir?

  • By
  • August 31, 2018

İnsanları Değerli Kılan Nedir?

İnsanların değerli olmalarının tek nedeni insan olmalarıdır, insanlar yaşamları boyunca kazanabilecekleri ya da kaybedebilecekleri bazı kazanılmış mülklerden dolayı değerli değildirler. Eğer bunu inkar ederseniz, o zaman, nesnel insan haklarının neden herkese uygulandığını söylemek zorlaşır.

Tam İnsan Vücudu

Konuyu yeniden gözden geçirelim. Yaşam lehinde olan savunucular doğmamış olanların, gelişimin ilk aşamalarından itibaren farklı, canlı ve tam insan organizmaları olduklarını kabul ederler. Doğmamış olanlar, daha büyük insani varlıkların parçaları değildirler (cilt hücrelerinin olduğu gibi), ama tüm insani varlıklar, kendi içsel büyüme ve gelişmelerini yönlendirme yetisine sahiptirler. Yaşam lehinde olan kişiler, doğmamış olanlar hakkındaki bu görüşlerini söylemek için teolojiye değil, embriyoloji bilimine başvururlar.

İtiraf edildiği gibi, bilim bize, doğmamış olanlara nasıl davranmamız gerektiğini söyleyemez. Neyin yanlış ve neyin doğru olduğunu bize bildiremez. Karınızı dövdükten sonra eğlenmek için yeni yürümeye başlamış çocuklara işkence etmek yanlış mıdır? Bilim, bu sorunun yanıtı için size yardım edemez. Aynı şekilde, doğmamış insanın (ya da hatta herhangi bir insan) yaşamak için neden bir hakka sahip bulunduğunu da bildiremez. Özetleyecek olursak, bilim tek başına, yaşam lehindeki konumu haklı çıkartamaz, ama bize yalnızca kürtaj, cenine özgü gövdesel hücre araştırması ve klonlama dahil olmak üzere çelişkili pek çok konu hakkında ihtiyaç duyduğumuz ahlaki sonuçları elde etmek için gerekli gerçekleri sağlayabilir. Görmüş olduğumuz gibi bu gerçeklerin doğruluğu konusunda tartışılmaz: Embriyoloji hakkındaki metin kitapları her zaman aynı tarzda şunu belirtirler: Yeni insan yaşamı, aşılamanın tamamlanması üzerine (ya da başarılı bir klonlama sürecinden sonra) var olur.

Din Açısından Durum

Bazı kürtaj savunucuları bu noktada tartışmayı sona erdirmek için şöyle bir yola başvururlar: “Dinin metafiziğini tartışmaya dahil etmeksizin hiç kimse bir ceninin ya da dölütün değerli bir insani varlık olduğunu iddia edemez.”

Evet, bu doğrudur: Ceninin değerli olduğu iddiasının, insan hakları ve insan değeri ile ilgili üstün bir başlangıç noktasını kabul eden bir dünya görüşünden kaynaklandığı doğrudur. Ancak bu noktadan hareket ederek yeni yaşam lehindeki görüşün doğuştan mantık dışı olduğu sonucuna mı varmalıyız?

Böyle bir görüşün yanlış olduğu açıktır.

Öncelikle, bir ceninin değerli olduğu iddiası, beş yaşındaki bir çocuğun değerli olduğunu söylemekten daha dindar bir iddia değildir. Ramesh Ponnuru şöyle yazar:

 

“Kürtaj konusunda yaşam lehindeki delil sekiz haftalık dölütlerin on günlük bebeklerden farklı olmadıklarıdır,bu nedenle her iki canlı varlığın da öldürülmeleri haklı çıkartılamaz. Bir çok kişi Tanrı’nın on günlük bebeklerin öldürülmelerinin yasaklandığına inanır ve çoğu baskı altında kaldıkları takdirde, böyle bir katliamın yanlış olduğunu düşünmek için teolojik olmayan nedenler hakkında ikna edici bir düşünce belirtemezler. Biz bu nedenle bebeklerin öldürülmesine karşı çıkılmasını elzem bir dini görüş olarak ele almıyoruz.”

Aslında, bütünüyle maddesel (dünyasal) bir dünya görüşü bize herhangi bir şeyin neden değerli olduğunu ya da bir yaşam hakkına sahip bulunduğunu söyleyebilir mi? Maddeciliğe göre, evrendeki her şey – insani varlıklar ve onların mantıklı sorgu kapasiteleri – kör fiziksel süreçler ve ender gerçekleşen şanslar aracılığı ile ortaya çıktı. Evren hiçsizlikten ve hiçsizlik aracılığı ile oluştu. İnsani varlıklar en iyi bakış açısı ile evrensel kazalardır. Bu yıkıcı bilgilerin ışığında dünyevi kişiler insani varlıkların saygınlığını, insan haklarını ve ahlaki zorunluluklarını önceden varsaymakla yetinirler. Ama insan hakları ve insan saygınlığı, hangi tabiata uygun temel üzerinde onaylanabilirler?

İkinci olarak, yaşam lehindeki görüş, yalnızca belirli bir dinsel görüş açısı ile (Hıristiyan tektanrıcılığı, Tutucu Yahudilik ya da İslam) uyum içinde olduğu için sadece bu görüş açısı ile ilgili deliller ile savunulabileceği anlamına gelmez. Hemen hemen tüm insanlar yeni yürümeye başlamış çocukları sırf eğlence olsun diye öldürmenin yanlış olacağını kabul ederler ve bu gerçeği kavramaları için bir kilise öğretişi kursuna ihtiyaçları yoktur. Aynı zamanda bazı kişiler, yeni yürümeye başlamış olan çocukları taciz etmenin neden yanlış olduğu konusunda bütünüyle ayrıntılı bir dünyevi delil sunabilirler, ama kendi mantıksal nedenlerini eşi olmayan dünyevi terimler ile açıkça beyan edemedikleri takdirde bile, bu durum ahlak gerçeğini fark etmelerini ender olarak durdurur.

Üçüncü olarak, yaşam lehindeki görüşün özünde dindar (yaşam lehinde olan savunucuların imansızlar açısından kabul edilebilir nedenler ile kendi görüşlerini savunabilmelerine rağmen) olduğunu varsaysak bile, neden birinin, dini gerçek iddialarının gerçek bilgi olarak kabul edilmediğini varsayması gereksin? Bu metafizik iddianın karşılığı olan kanıt nedir? Örneğin tarihi Hıristiyanlık, kör iman öğretmez, aksine kanıtı temel alan güveni (bilgiyi) öğretir. Bu özelliği Yeni Antlaşma’nın tamamında görürüz:

 

  • İbraniler 11: 1— “İman, umut edilenlere güvenmek, görünmeyen şeylerin varlığından emin olmaktır.” [İman, umut edilen şeylerin güvencesi, görünmeyen şeylerin kanıtıdır. ]
  •  

  • Elçilerin İşleri17: 2-4— “Pavlus her zamanki gibi Yahudilere giderek art arda üç Şabat günü onlarla Kutsal Yazılar üzerinde tartıştı. Mesih’in acı çekip ölümden dirilmesi gerektiğine dair açıklamalarda bulunuyor, kanıtlar gösteriyordu. ‘Size duyurmakta olduğum bu İsa, Mesih’tir’ diyordu.”

(aynı zamanda şu ayetlere de bakınız: Elçilerin İşleri 2:32, 36; elçilerin İşleri 1:3; ve Markos 2:10-11)

Konuyu kısaca ele alacak olursak, Hıristiyan imanı tarihidir ve gerçekçiliğe büyük bir değer verir. Elçi Pavlus’un şu sözleri ne kadar da doğrudur: Eğer Mesih bedence ve tarihsel açıdan ölümden dirilmediyse Hıristiyanlık büyük bir şakadır.(1. Korintoslular 15: 1-15) Hıristiyan tektanrıcılığının kısmen ya da tamamıyla hatalı olması elbette mümkündür (ama ben yine de böyle olmadığından eminim), ancak imanlıların, görüşlerini mantıksal deliller ile savunabileceklerini söylemek yanlıştır.

Dördüncü olarak, “din empoze etme” itirazı yalnızca bir iddia değildir, ama aynı zamanda kürtaja olan tüm karşı koymayı susturmak için kullanılan bir tüfek harbisidir. Hukuk Profesörü Mary Ann Warren haklı olarak şu soruyu sorar: “Vatandaşlar neden kürtaj hakkındaki ahlak görüşlerini söylemekten çekinmeleri gereksin? Vietnam savaşı, ölüm cezası, vatandaşlık hakları ve yoksulluktan özgür kılınmak gibi konularda dini temel alan ahlak görüş açılarını belirtmekte tereddüt etmezlerken, neden kürtaj konusundaki görüşlerini söylemekten çekinsinler? Seçkin elit sınıfa garip gibi gelmesine rağmen, tanıdığım en dindar tutucu kişiler teolojik öğretileri empoze eden bir teokrasi ya da “Hıristiyan” ulusu istemezler. Onların istedikleri, bir ulustan daha fazlasıdır; dini, cinsiyeti, büyüklüğü, gelişim seviyesi, konumu ya da bağımlılığı dikkate alınmaksızın temel insan haklarının inkar edildiği bir yer isterler. Aynı zamanda, yargıçlık mevkiinde kalarak yasa çıkarmaktan çok yasanın kuralına saygı duyan yargıçlar isterler.

Son olarak, durumu dünyevi eleştirimin aleyhine çevirebilir ve şöyle diyebilirim:”Bana, kürtaj hakları ile ilgili bazı üstün temel noktaları varsaymayan bir delil gösterin.” Titiz ateist için sorun bu noktada başlar: Bir kürtaj yaptırma hakkı nereden gelir? Eğer bu hak Devlet tarafından geliyor ise, ve Devlet bu hakkı geri almaya gerçekten karar verirse, o zaman ateistin söyleyeceği bir şey olamaz. Ne de olsa, hakları ihsan eden Devlet, bu hakları geri de alabilir. Ama yine de kürtaj savunucularının çoğu, kürtaj hakkının temel olduğunu düşünürler; bu temelin, insan yönetiminin işlerinden üstün olan bir şeyin içinde bina edildiğini belirtirler. Ama yine de her konudaki üstün haklar kendilerine ihsan edilen üstün bir yetki kaynağı olmaksızın nasıl var olabilirler? (Jefferson bu sorunun farkına vardı ve insan haklarını ve insan eşitliğini üstün bir yaratıcı kavramı içinde çabucak bina etti.) Elbette bu düşünce tek başına, Hıristiyanlığın, Yahudiliğin ya da herhangi bir dünya dininin doğru olduğunu kanıtlamaz, ama ateizmi temel insan haklarının yeterli bir başlangıç noktası olarak dizginler gibi görünür. Kısaca ben, kendi dünyevi eleştirimin, Jefferson’un küçük gördüğü teistik (tektanrıcı) dünya görüşünden ödünç almaksızın, temel kürtaj hakları ile ilgili kendisinin ileri sürdüğü iddiayı temelinden ayırabileceğinden kuşku duyuyorum.

Temellere Dönüş

Ne yazıktır ki, modern hukuk ilmi uzmanları, daha önce yaşamış Amerikalı taydaşları tarafından anlaşılmış olan iki temel gerçeği unutmuşlardır. Bu temel gerçeklerden ilki, yönetimin amacının haklar yaratmak olduğu değil, doğal olarak zaten sahip olduklarımızı garanti altına almaktır. İkinci temel gerçek, ahlak gerçekliği varsayılmaksızın (yani, doğru ve yanlış şeyler gerçektirler, yalnızca insan düşüncesinin ya da kültürünün oluşumları değildirler), gerçekten doğru olan ya da genelde insan hakları ile ilgili olan konular hakkında ciddi bir şekilde konuşulamaz. Şöyle düşünelim, eğer ahlaki gerçekler yasa için bir temel olarak mevcut değillerse, o zaman yasanın kendisi kimseye anlatılamaz, olgunlaşmamış bir politik gücün sistemine dönüşmekten öteye gidemez.

Ahlak tarafsızlığı mümkün değildir: Kürtaj tartışmasının her iki tarafı da tartışmaya önce metafizik yorumlar getirirler. O zaman neden liberallerin doğmamış olanın konumu hakkındaki metafizik görüşlerini yasa haline getirmeleri doğru olurken yaşam yanlısı olanların kendi görüşlerini yasa haline getirmeleri doğru olmasın? Yaşam yanlısı olanlar, görüşlerini gözdağı vererek kabul ettirmiyorlar (şiddete başvuran bir kaç tanesinin dışında); onlar, umut ile, belli bir düzeydeki seçmenin yasa için oy vermesini öneriyorlar. Bunun adı, demokrasidir.

Yeni Görecilik: Suçla ama İzin Ver

Haziran 2006’da U.C. Davis’teki bir tartışma esnasında, bazı kürtaj uygulamaları yapan Dr. Meredith Williams, kürtajı sürekli olarak feci şeklinde nitelendirdi ve kürtajı sınırlayan yasalar sağlandığı takdirde kürtaj uygulamasını azaltmayı kendisinin de istediğini söyledi.

Ancak kürtajın neden feci olduğunu ve kürtaj uygulamasını neden azaltmak istediğini söyleyemedi. Eğer doğmamış olan, kendisinin tartışma sırasında birden fazla kez iddia ettiği gibi gerçekten yalnızca bir “parazit” ise, o zaman bir parazitin uzaklaştırılması feci bir olay yerine büyük bir olay olmaz mı? Ne kadar kürtaj olursa o kadar daha iyi! Dr. Meredith Williams’ın her iki şekli de kabul etmesi imkansızdır.

Dr. Williams, konuşmalarda yer aldığı süre boyunca kadınların bedensel özerklikleri konusunda mutlak bir hakka sahip olup olmadıklarına karar veremedi. Tartışmanın ilk bölümündeki konuşmasında kadınların bedensel özerklik hakkına sahip olduklarını az çok ifade etti, çapraz tetkikler sırasında kendisini doktor Rich Poupard tarafından yöneltilen şu soru ile sıkıştırdığım zaman, bu iddiasından uzaklaştı:

 

“Diyelim ki bir kadının kolay kontrol edilemeyen mide bulantısı ve kusması olsun ve bu rahatsızlıkları gidermek için thalidomide almak konusunda ısrarlı davransın. Bu ilacın alınması nedeni ile ortaya çıkan doğum hatalarının korkunç risklerini açıkladıktan sonra, Dr.Williams ceninin kadının bedeni üzerinde zaten hiç bir hakkı olmadığı gerçeğinden hareket ederek bu ilacın alınması için hala ısrar eder. Doktoru tarafından thalidomide konusunda reddedildikten sonra kadın bu ilacı elde eder ve alır, sonuç, çocuğunun kollarının gelişmeyişidir. Kadının herhangi bir yanlış davranışta bulunduğuna inanıyor muyuz? Bedensel özerklik hakkını temel alan bu kadının yaptıklarını mazur görecek miyiz? Dölüt, her şeyden önce davetsiz bir konuktur ve hastalığa neden olan mikrop ya da virüslerden özgür bir çevreye sahip olma hakkı bir yana, yaşamak için bile bir hakka sahip değildir.”

Dr. Williams kadının bu davranışını yanlış olduğunu söylediği zaman, onu şu sözler ile yanıtladım: “O zaman eğer anne, doğmamış çocuğu hatalı ilaç kullanımı ile zarar vermeyi seçerse bu yanlış olur, ama eğer aynı anne çocuğunu kendi yaptığı seçim ile öldürmeyi seçerse, bu davranışı yanlış olmaz, öyle mi?”

Gazeteci Christopher Caldwell bu konuyu şu şekilde özetler: “Yaşamdan yana olan bir sistem Amerikalıların gerçekten istedikleri bir şey değildir – yalızca istemeleri gerektiğini hissettikleri bir şeydir.” Kürtajı onaylamadıkları zaman bile, “bu reddedişlerini gizli bir tuzak gibi kamufle ederler, öyle ki onay vermedikleri durum hiç bir zaman kürtaj haklarının fiili azaltması ile sonuçlanmasın … Amerikalılar ahlaki konudaki reddedişlerini hem tescil etmek hem de aynı zamanda işlemi elde mevcut halde muhafaza etmek isterler.”

Tanrısız Yaşam Yanlıları?

Evet, bu tür kişiler mevcutturlar ve kürtaja karşı verdikleri savaşta onların yardımına sahip olduğum için sevinçliyim. Ama onların metafiziği derin sorunları olan bir metafiziktir. Paul Copan’ın daha önce işaret etmiş olduğu gibi, ateistler, insan saygınlığı, insan hakları ya da ahlak zorunlulukları ile ilgili bağımsız ontolojik (yaratıklar bilgisine ait) bir temel sunma konusunda zorlanırlar. Onlar bu gibi şeyleri yalnızca varsayarlar. Ama insan hakları ve insan saygınlığı doğaya uygun hangi temel üzerinde onaylanabilir? Her birimiz doğanın yalnızca kaza eseri ortaya çıkmış rastlantıları değil miyiz? Evet, ateistlerin ahlak gerçeğini fark edemedikleri doğrudur, ama ahlak iddialarını ontolojik olarak bir temel üzerinde bina edemezler. Kısaca özetleyecek olursak, onlar bize, neden kürtaj ya da bir başka ahlak konusu hakkında doğru davranmamız gerektiğini gerçekten söyleyemezler.

Temel Çizgi

Teistik (tektanrılı) bir evren insan haklarını ve insan saygınlığını daha iyi açıklar. Tek Tanrı’ya inanan biri için insanlar yaratıcılarının benzeyişini taşıyan yaratıklar olarak var oluşları nedeni ile değere sahiptirler. Aynı zamanda nesnel ahlak da bir anlam ifade eder, çünkü temelleri nesnel bir ahlak yasası verenin karakteri bu nesnel ahlakın içindedir.

Share